Müzeyi Anlamak Mümkün Mü? - NovaSofya

Müzeyi Anlamak Mümkün Mü?

Müzeyi Anlamak Mümkün Mü?

Kent Müzeleri Ve Çoğulcu Müzeler Nerede Buluşuyor?

‘Müzeler toplumun kendi kimliğini görebilmesi ve diğerlerini anlayabilmesi için, tarihin, kültürün ve belleğin tekrar yaratılıp yapılanması konusunda merkezde rol almaktadır.’i

Müze anlatarak sergileyen, eğitici ve kalıcı bir kurumdur. Müzenin işlevleri; toplama, koruma, belgeleme, depolama, sergileme ve eğitim iken artık koruma, araştırma ve iletişim olarak güncellenmiştir. İletişim artık eğitim ile birlikte müzenin gücüdür. Farklı hikâyelerle ve sebeplerle karşımıza çıkan bu kurum, değişimi ve dönüşümü omuzlarına yükleyerek geleceğe doğru bir yönelimdedir. İnteraktif müze, insan odaklı müze, katılımcı müze gibi birden fazla etkileşim kelimesini yanına alarak bir çözüm ortağı haline gelmiştir. Koruma işlevini ihmal etmeden sürdürebileceği bu misyonlar çok kültürlü çoğulcu müzelerde ve kent müzelerinde elbette daha kapsamlı bir şekilde karşımıza çıkacaktır.

Kültür ise birden fazla tanıma rağmen bizi biz yapan ayırt edici özelliğimiz veya insanlığımızdır. Müzeler, kimliğimizi sergilerken işte o birden fazla tanımdan alır gücünü. Koleksiyonlar kimlik görevi görür, müze ise geçmişi geleceğe aktarırken sahnededir. Karakteristik belirtileri olan insan topluluğu olarak ise ulustan bahsedebiliriz. Bu yüzdendir ki müzeyi anlamaya çalışırken kültürden ve uluslardan yardım almak şarttır. Çünkü müze ulusal kimliğin oluşmasında öncüdür ve kıymetlidir. Öz kültürü ortaya çıkarmak, aidiyet duygusunu harekete geçirmek, farklılıklarımızı görmezden gelmek yerine benimsemek ve saygı duymak gibi sorumluluklarla karşımızdadır. Ekonomik, sosyal ve politik olaylarla da etkileşim içinde olan müze; özellikle çok kültürlü toplumlarda ve kent müzelerinde daha güçlü ifade edilmek zorundadır. Tüm risklere rağmen iletişim ve eğitimin önemli olduğu yeni yaklaşımlarda bu sorumluluklar katlanarak konumuz müzelere yüklenmektedir.

Özellikle Kent Müzeleri; Kent’in tanınması ve katılımın yaygınlaşmasında önemli roller üstlenmekle birlikte toplumsal konuları ve gündemleri yakalayarak büyük adımlar atmaktadırlar. Aynı zamanda eğitimde rol üstlenen ve çeşitliliği seven bu yeni yapı birleştirici gücüyle de etkisini göstermektedir. Etnografya müzeleriyle karıştırılan Kent Müzeleri; hesap veren, dâhil eden, geliştiren ve etik sorumluluklara sahip üstlenici haliyle farklı bir yön çizmektedir aslında. Çoğulcu müzeler ise belki geçmişle mücadelesini bitirememiştir. İmparatorluk zamanından gelen ve devam eden üst sınıfların nesnelerini sergilemek veya çoğulculuk karşıtı tutumlar sınıf ayrımını gözler önüne koyan bir tavrın önünü açmıştır. Sömürge devletlerinin milliyetçilik içeren politikaları da ortak miras kavramında ve müzelerin eğitim işlevinde tehlike arz etmektedir. Ulus ve millet kavramlarının ırkçılık veya milliyetçilik şeklinde yansıdığı sergi konuları, müzeler ve izleyici için tartışmaya açıktır. Elbette yeni anlayışlar ve eğitimin müzedeki rolünün büyümesi ile çoğulcu yaklaşımlar da benimsenmeye başlamıştır. Tabii bu çok kültürlü yapılar müzelerin karşısına problem olarak çıkabilmektedir.

Özellikle düşük bütçeler, özerklikten uzak yönetim, siyasal süreçlerden etkilenen müze, İsrail’deki Davut Kulesi örneğinin aksine özgürlük konusunda her açıdan kısıtlayıcı olabilmektedir. Davut Kulesi; çoğulcu bir yaklaşım ile seçilen sergi konuları ve farklı kültürlere hitap eden tavrıyla tarihinin gerekliliklerini kültürlerle paylaşmaktadır. Hindistan, Latin Amerika ve Singapur gibi çok kültürlü ülkelerde de örneklerini görebileceğimiz tavır, müzelerin meseleleri arasında işlenmekte ve izleyiciyle buluşmaktadır.

Savaşı savaş yapan taraflar ve her tarafın haklı sebepleri gibi her milletin farklı değerleri vardır. Müzenin de bir mücadelesi… Kim bilir, belki müzeyi müze yapan da bu mücadeledir. İşte kent müzeleri kent adına sorumluluklar yüklenirken çoğulcu müzeler ise şeffaflık ile milliyetçi duygular arasında mücadele etmektedir. Smithsonian Müzesi 1949 yılında Enola Gay’i koleksiyonuna katarak tam da bu ikilemlerin ortasında kalmıştır mesela. Müzeleri tercih yapmaya iten bu gibi sergileme sorunları ve politik süreçler müzelerin sorumluluklarını, görevlerini sorgulatmaktadır. Elbette bu yeni bir tartışma konusu. Ne kadarı görev ne kadarı sorumluluk?

Ben kent müzelerini ifade ederken önemli rolleri olan birer sivil toplum merkezine benzetmeyi etkili bir ifade olarak görüyorum. Çok kültürlü müzeleri ise bir çatı. Kentin ve toplumların sorunları da onların meselesi artık. İki müze teması da bazen geçmişe bazen de geleceğe yön verebilecek güçte üstelik. Düzene uyum sağlayabildikleri sürece, barış ve devamlılık için… Zaten değişen dünya düzeni, çok kültürlü yaşamı ve ortak kültür mirası kavramlarını çoktan gündeme getirmiştir. Bu yeni toplumsal gerçeklikle yüzleşebilmek ve dünya genelinde barış kültürünü benimseyebilmek için; çok kültürlülük, kültürel çeşitlilik, kültürlerarası diyalog ve sosyal içerme kavramlarından kaçmak mümkün değildir. Giderek çok kültürlü hale gelen toplumlarda, barış kültürünün yerleşebilmesi için farklı grupların kültürel yaşamlarını sürdürebilmesi, bu kültürel farklılıkların korunması ve yeniden üretilebilmesi için yeni imkânların yaratılması gerekmektedir.

Çünkü kültürün paylaşıldığı merkezler olarak müzeler, bu grupların kültürel değerlerini koruyabilecekleri, kendi kimliklerini sorgulayabilecekleri, yaşadıkları kültür ile bağ kurabilecekleri ve yeniden kültür

üretebilecekleri kamusal alanlar olarak sorumluluk sahibi kuruluşlardır. Müzelerin kendilerini birer etkinlik merkezi haline getirmeleri demek, aslında kendilerini teşhir ve temsil ettikleri kültürel değerleri diyalog ve katılımcılık üzerinden yeniden konumlandırmaları anlamına gelmektedir. Yeniden kültür üretebilmek ise işte bahsettiğim çatıdır ve umut vericidir.

Kültürel kimliklerin yapılanmasına destek, halkları bir araya getirmek, geçmiş değerleri korumak, yeni değerler oluşturmak, çok ırklı ve kültürlü toplumlarda toplumların birbirini anlamasına yardımcı olmak gibi sorumluluklarla kent müzeleri ve çok kültürlü müzeleri anlamak şart. Ya da önce sadece müzeyi… Peki, koruma politikasını ihmal etmeden iletişimi ve eğitimi önemseyen bu tutumda paylaşım nasıl yapılmalı? Ulusal amaçlar için çıkarların da işin içine girdiği bu anlatı, her şeyi tüm gerçekliğiyle mi anlatmalı? Peki, o zaman ortak miras bir çatı olmaktan çıkar mı?

Kaynak:

i Van den Bosch, A.(2005). Museums Constructing a Public Culture in the Global Age. Routledge Taylor &Francis Group, 19(1), 81-89.

Bir yanıt yazın