Tüm Korkunç Yönleriyle Cehennemdeki Yazar: Lev Nikolayeviç Tolstoy
Lev Nikolayeviç doğru ve etik olana yönelmeden ve hacimli kitaplarıyla bilgeliği öğretmeye başlamadan önce, hayatı adeta korkunçluklar yuvasıydı. Tolstoy soylu bir aileden geliyordu ve gençliğindeki yaşam tarzı, zamanın uygun gören adetlerine tamamen karşıydı. “Onun az bilinen bu karanlık yaşantısını aydınlatsak ne aydınlatmasak ne?” diyebilirsiniz. Elbette ki yazarın özel hayatı, onun eserlerinin değerini alçaltmaz. Fakat bu yazımızda işin biraz da magazinsel yönünü ele almak istedik.
Puşkin ve Cengizhan ile akrabalık
Başlangıçta Tolstoy’un Puşkin ile bir akrabalık bağına sahip olduğunu aynı zamanda soyunun Cengiz Han’a dayandığına dair teorilerin olduğunu söyleyelim. Puşkin ile bağlantısı tespit edilse bile Cengiz Han’ın soyundan geldiğini ciddi bir şekilde izah etmeye çalışmak oldukça temelsiz olacaktır. Neticede bazı araştırmalar, günümüzdeki yaklaşık 16 milyon insanın Cengiz Han’ın soyundan geldiğini de iddia etmektedir. Bu noktada Tolstoy’un soyunun da Cengiz Han’a bağlanma ihtimali çarpıcı bir durum da teşkil etmez.
Çocukluğunda ve gençliğinde tembeldi ve çok kağıt oynuyordu.
Tolstoy, kendini geliştirmeye çalışan bir kişinin modeli olarak görülse de hayatının erken dönemlerinde bilgiye dair meselelere pek ilgi duymuyordu. Öğretmenleri onun hakkında “Çalışamaz ve çalışmak istemez.” gibi söylemlerde bulunurdu. Büyük olasılıkla, genç Tolstoy’un ders çalışmak için vakti yoktu, nitekim kumar oynamakla oldukça meşguldü.
Birçok modern bilim adamı doğrudan Tolstoy’a iyi bir kumarbaz diyor. Hatta onun bu bağımlılığı başına birçok ders açtı. Bir keresinde komşusu Gorohov ile oynadığı bir kumarda Yasnaya Polyana’daki malikanesini kaptırdı. En kötüsü bu ev, Tolstoy’un çocukluğunun, gençliğinin içinde geçtiği evdi. Bu kötü hadiseden sonra sürekli eski evini geri almaya çalışsa da bunu başaramadı.
Kötülüklerle ve günahlarla dolu bir hayat sürdü.
Tolstoy, 1884’te yayınlanan “İtiraflar”da kendi gençlik yıllarını ürpertici bir şekilde anımsadı ve sayısız günahtan bahsetmekten çekinmedi: kandırıldı, aldatıldı ve aldattı. “Yalan, hırsızlık, her türlü fuhuş, sarhoşluk, şiddet, cinayet… İşlemediğim hiçbir suç kalmadı” diye yazdı. Bu yönüyle gençliğinde birçok kötülüğe maruz kalıp maruz bırakmış bir yazar idi. Belki de bu yüzden, kötülüğün estetik hazzını anlamış ve ilerleyen yıllarında iyiliğin gerekliliğini vaaz etmeye başlamıştı.
Kadınlara karşı ilgisi ve libidosu, rahatsız edecek derecede fazlaydı.
Tolstoy’un kadınlara karşı yoğun cinsel arzuları bulunmaktaydı. Özellikle köylü kadınları karşı konulmaz buluyordu. Günlükleri, kendi mülkünde çalışan köylü kadınlara dair fetihlerle doluydu. 21 Nisan 1858 tarihli günlüğüne şöyle yazdı:
“ 21 Nisan 1858, Harika bir gün. Bahçede ve çeşmede köylü kadınlar. Delirmiş gibiyim.”
Tolstoy yakışıklı bir adam değildi ama büyük bir seks dürtüsü vardı. Eşi Sonya’nın dünyaya getirdiği on üç çocuğa ek olarak mülkündeki köylerde kendisine ait bir düzine çocuğu bulunmaktaydı. Sonya ile evliyken, Aksinya Bazıkina adlı yirmi iki yaşındaki bir kadına aşık oldu. Günlüğüne şöyle yazmıştı: “Hayatımda daha önce olmadığım kadar aşığım. Bugün ormanda. Ben bir aptalım. Canavarım. Yüzünün bronz parlaklığı ve gözleri… Başka bir şey düşünemiyorum.” Tolstoy gerçekten de Aksinya’ya aşık olmuştu fakat onunla hiçbir zaman kavuşamadı. İlk karşılaşmadan çeyrek yüzyıl sonra, köylü bir kızın “çıplak bacaklarını” gördüğünde, “Aksinya’nın hala hayatta olduğunu düşünmekten” mutluluk hissettiğini yazmıştı. Bir diğer deyişle yaşlandığı zaman bile onu sevmeye devam etti. Tolstoy da bu konuda yalnız değildi. Onun kendi mülkünde çalışan serflere aşık olması konusunda, Turgenyev ona kader arkadaşlığı yaptı. O da mülklerindeki köylülerle aşk yaşamasıyla ünlüydü. Hatta bir gayrı meşru çocuğu da bulunmaktaydı.
Ölümden çok korkuyordu
Yazdığı günlüklerinden yola çıktığımızda, Tolstoy’un ölüme takıntılı bir yazar olduğunu görürüz.. Bu, yalnızca savaşta parçalanmış ölü ve yaralıların bedenlerini bir tür sadomazoşist zevkle anlattığı kitaplarında kendini göstermedi. Bazen kendisi de ölmekten o kadar korkardı ki soğuk terler döker ve azrailinin geldiği zamanlara hazırlanırdı. Özellikle bu korkular, ağabeyi Nikolay’ın tüberkülozdan kollarında öldüğü 1860’tan sonra daha şiddetli bir şekilde kendini göstermeye başladı. Tolstoy o zamanlar 30 yaşın biraz üzerindeydi, ancak kendi hayali “yaşlılığı” hakkında o kadar depresyona girdi ki, o zamanlar dahi Başkurt çiftliği Karalık’a tedavi amaçlı gitmeye başlamıştı.
Kiliseden aforoz edildi
Anna Karenina’nın 1870’lerde yayımlanmasından ve ses getirmesinin ardından, o zamanlar orta yaş krizinde olan Tolstoy, aristokrat kökenlerinden ve sürekli artan servetinden tiksinir hale gelmişti. Birkaç duygusal ve ruhsal kriz yaşadıktan sonra inancı, dini ve kilise örgütlerini sorguladı. Kilise adamları arasında yaygın olan rüşvet düşkünlüğünden, İsa’nın öğretilerine dair yorumların Hristiyanlıkla çelişkilerinden, bom boş dini ayinlerden ve “radikal ateizme” düştüğünden bahsetmeye başladı. Devleti de azarlamaktan, hor görmekten geri kalmadı. Hatta bu yüzden zımni polis gözetimi altına alındı. Rus Ortodoks Kilisesi Tolstoy’un bu yönlerini kabullenemedi ve Şubat 1901’de Tolstoy kiliseden aforoz edildi.
Eşini düğün gecesinden ölümüne dek küçümsedi.
Evliliğin ilk heyecanlarına ve Sofya Andreyevna yüce gönüllülüğüne rağmen (Nitekim bu kadın, Savaş ve Barış’ı tam tamına 7 defa elle yazmıştı) ikilinin evliliğinde korkunç bir huzursuzluk hakimdi. Evlendiklerinde Sofiya 18, Tolstoy ise 34 yaşındaydı. Tolstoy’un evlilik kararından önce birçok metresi ve farklı kadınlarla ilişkisi vardı. Günlüklerinde yazdığı ve anlattığı tüm romantik deneyimleri ve karısının tüm bunları bilmesinin dürüst olacağı düşünülüyordu. Bu yüzden düğününden hemen sonra onları Sofya’ya verdi ve hepsini okumasını istedi. Sofya Andreyevna tüm bu sayfalardan sonra dehşete kapılmıştı ve uzun uzadıya ağladı. Bu hakikat sonucunda tüm hayallerinin mahvolduğuna dair güçlü bir duyguya kapıldı. Tüm hayatını, ilkini ve sonunu Tolstoy’a veriyordu, ama kendisi sadece “bir başka kadın” idi. Bu durum gelecekteki ilişkilerinde oluşacak birçok çatışmanın nedeni oldu.
Durum git gide daha da kötüleşmeye başladı. Son derece ruhani bir insan olan Lev Nikolayeviç Tolstoy, aile hayatıyla da ilgilenmeyi bıraktı; köylü kıyafetleri giymeye başladı ve gereksiz serveti reddederek zenginliğini israf etti. Sofya ile Tolstoy’un 8 çocuğu vardı ve Sofya, Tolstoy’u iflastan kurtarmak için çabaladı ve daha temkinli olması için yalvardı. Bu durumlardan sonra Tolstoy, sonsuz depresyonunun ve çilesinin nedenini nihayet bulduğuna karar verdi ve şöyle yazdı: “Hastalığımın adı Sonya.”
Sofya’yı hala hayatta tutan şey ise çocuklarıydı. Genç kadın onlar için mücadele ediyor ve Tolstoy gibi bir canavara katlanıyordu. Fakat talih onu bu taraftan da yaralamıştı; ne yazık ki, 13 çocukları olmasına rağmen, yedi tanesi ölmüştü ve bu ölümler Sofya’nın ruhunda derin yaralar bırakmıştı.
Daha sonraki yıllarında delirmiş gibiydi ve tüm suçu eşine yükledi.
Eşlerin ilişkisi sonunda o kadar kötüleşti ki, kelimenin tam anlamıyla birbirlerine katlanmayı bıraktılar. Tolstoy boşanmak bile istedi ama Sofya Andreyevna, Tolstoy’u kendi canına kıymakla tehdit etti. Tolstoy bu günahı işlemeyi kabul edemedi. Artık 82 yaşında, yeterince katlandığına karar verdi ve gecenin bir yarısı kız kardeşine ait küçük bir arsaya yerleşmek niyetiyle evden kaçtı. Doktoru ve küçük kızı Sasha, onunla birlikte ayrılmıştı. Trenle, ortak bir vagonda seyahat etmişlerdi.
Yazarın ortadan kaybolması medyada bir sansasyon yarattı ve birkaç gün sonra Astapovo tren istasyonunda göründüğünde, gazeteciler, hayranlar ve eşi oraya akın etti. Tolstoy o sırada zaten çok ciddi bir şekilde hastaydı, eve dönmeyi reddetti ve 20 Kasım 1910’da istasyon müdürünün evinde zatürreden öldü. O anda gar binasındaki saati durduruldu. O zamandan beri bu istasyonun binasındaki saat hep 6 saat 5 dakikayı göstermektedir. Tolstoy’un ölüm saatini…