Kierkegaard’a Göre Evlenmeli Miyiz, Evlenmemeli Miyiz?
Her birimizin hayatında yer edinen o temel soru; “evlenmeli miyim?” Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard’un bütün hayatı boyunca aşk, sadakat, evlilik, nişanlılık, etik ve din gibi konulara odaklandığını biliyor muydunuz? Ya/ya da adlı devasa eserinde Kierkegaard, evlenmeli miyiz, evlenmemeli miyiz sorusuna odaklanmış ve bu hususta çeşitli önermeler sunmuştur.
Kierkegaard ya da felsefesi hakkında detaylarda boğulmadan doğrudan konuya girişeceğiz. Bir çoğumuz Kierkegaard’un gençliğinde, tutkuyla ve aşkla bağlı olduğu nişanlısı Regine’den aniden, belki de sebepsizce ayrıldığını biliriz. Bu hadise adeta Kierkegaard’un hayatında derin bir felsefi düşünme sürecine yol açmıştır: Ayrılık kararı doğru muydu, yoksa bir hata mı? Evlenmeli miydi, yoksa evlenmemeli miydi? Tüm bu kafa karışıklığı, filozofun kapsamlı eserler kaleme almasına yol açmıştır hatta şöyle yazmıştır : “Hâlbuki şimdi bir şeyler üretmişsem, hepsinin o adımı atmam sayesinde olduğu açıkça görülüyor.”Ve konumuzla bağlantılı olarak Kierkegaard, aşk, erotizm, etik, din, evlilik gibi konuları derinlemesine tartıştığı Ya/ya da adlı eserini kaleme almıştır.
İlk olarak ya yada adlı eserin iki bölüme ayrıldığını söyleyelim. İlk bölümü, isimsiz bir kahramanın, A’nın görüşlerini içerir. İkinci bölüm de, A’nın zıttı fikirlere sahip olan Yargıç William’ın (yani B) nin düşüncelerini barındıran bölümdür. Peki A ve B’nin düşünceleri, kişilikleri nasıldır?
Estet Kişilik
Öncelikle A karakteri, Kierkegaard’un estet kişilik tiplemesiyle birebir uyuşmaktadır. Bilindiği üzere Kierkegaard’a göre hayat tecrübesinin üç farklı aşaması vardır: Estetik, etik ve dini. Ya/Ya da adlı eserde evliliğe ve kalıcı bir ilişkiye karşı olan A karakteri ve Baştan Çıkarıcının Günlüğü adlı eserindeki Johannes, doğrudan estetik bir yaşam biçimine sahiptir. Estetik yaşam biçimi ise estetik bir aşk, duygusallık, dolayımsızlık, zevk ve tutku ile sembolize edilir. Bir diğer deyişle Estet kişilikler yaşamda imgelemselliği, duyuyu, dürtüyü ve duyguyu ön plana almaktadırlar. Hayattaki öncelikli amaçları, önem verdikleri arzuları, hazları tatmin etmektir bu yüzden etik ve dini inançlar çerçevesinde hareket etmezler. Özgürlüklerine fazlaca düşkün olan estet kişiliklere göre özgürlükleri, kendi varoluşlarının ifadesidir. “Her seçim bir kaybediştir” diyerek seçim yapmayı reddederler.
Etik Kişilik
B karakteri yani Yargıç William, ise doğrudan etik aşamadaki bir karakterdir. Estetik varoluş etabı, anlık hazların peşindeyken ve kendisini şimdiye hapsederken, etik varoluş sonsuza ve evrensele ulaşmayı hedefler. Toplumu ve ahlakı oluşturan etik değerlere önem verir. Sorumluluklarımızdan kaçmak çözüm değildir. Bu noktada Etik aşama, etik aşk, bağlılık, sadakat, uzun süreli ilişkiyle sembolize edilmektedir. Ya/Ya da da Yargıç B, “Evliliğin Estetik Geçerliliği” ve “Kişilik Gelişiminde Estetik ve Etik Dengesi” adlı iki mektupta, estet kişiliği yani A’yı eleştirir. B, eşine, işine ve dostlarına bağlılıkla yaklaşan onurlu ve düzenli bir hayatı salık veren kişiliktir. Aile içerisinde evini ve huzurunu gözetir.
Gelelim sorumuza, bu iki farklı görüş evlilik için ne diyor?
BÖLÜM 1
Evlenmemeliyiz!
Bu bölümde doğrudan estet kişiliğin, yani A’nın görüşlerini aktarıyoruz: Evet, estet kişilik bize evlenmememiz gerektiğini söylüyor. Çünkü ona göre ideal ilişki, heyecan verici ve yeni olan ilişkidir ve doğal olarak uzun süremez. Bununla birlikte buradaki aşk tensel ve sonlu bir aşktır. Romantik ya da erotik bir aşka karşılık gelir. Uzun süren ilişkiler ise romantik aşkı da erotik aşkı da öldürüp sıradanlaştırır. Bu bağlamda Kierkegaard’a hak vermek gerekir. İnsanda en çok tutku ve merak uyandıran şeyin, ulaşılması zor olan olduğunu biliriz. Bir arzumuzu tatmin ettikten sonra ona dair arzunun sönmesi neredeyse hepimizin yaşadığı durumdur. Ve tabi bir insanda en çok etki bırakan şey de budur. Bir hocamın deyişiyle, “En çok tat verdiğin yerde, yedirmeyi bırakmalısın kendini; yoksa nasıl kalıcı olabilirsin ki?”
Bu bağlamda estetikte kişi arzularını doyurmak için bir zevkten diğer zevke ulaşmaya çalışan biridir. Buna rağmen Kierkegaard’a göre estetik ve tensel aşk, etik aşkta olduğu gibi sahte sevgi sözcüklerinden ve gösterilerinden farklı olarak gizemli, gerçek ve tutkuludur. Bu döngü, filozofa göre bilinçte yaratıcı bir dönemi oluşturmaktadır. Nitekim aşk karşı tarafta bir direnç görüldükçe güzeldir, tamamen teslim olunduğunda ise aşk alışkanlığa ve güçsüzlüğe dönüşmektedir. Aynı zamanda sıkıcı bir hal de almaktadır. Estet kişilik ise aşktaki dirençten tat alır. Bu yönüyle estet kişilik, estetik aşkı etik olana tercih eder.
Estet kişilikler evlilikten kaçınır çünkü kendi estetik dolaysızlığını sürdürebilmek, kendi yaşamını bir sanat çalışması olarak görmek isterler. Bu yönüyle kendi sanatsal etkinliğine sınır koyabilecek her türlü dostluk, evlilik gibi bağlardan uzak durmalıdırlar. Bu tür ilişkiler insanın kendi benliğini geliştirme yolundaki engellerdir. Evlilikteki gelenek ve görenekler insanı sınırlar. Arkadaşlık da iki kişinin birbirine engel olmasıdır. Bu iki ilişki türü de insanı kendi özünden uzaklaştırır ve onu bir grubun üyesi haline getirir. Bu yüzden evlenmek istemeyen ve herhangi bir gruba dahil olmayan bireyler özgür ve sorumluluktan uzak oldukları için şanslıdırlar.
Bu görüşleri savunan A kişiliği ya da Baştan Çıkarıcının Günlüğü’ndeki Johannes, aşkın etik yönünü sarsmaya girişir ve nişanlılığı ele alır. Nişanlılık ona göre aşkın ilk ölümüdür. Etik temelli olan bu nişanlılık süreci oldukça sıkıcıdır ve ona göre tüm saçmalıkların en büyüğüdür. İnsanı uzun süreli bir bağlılığa sürükleyecek o korkunç aşamanın anlamsız bir başlangıcıdır.
Fakat, gel gelelim bu yaşam tarzının ürkütücü sonuçları bulunmaktadır. Estetler, melankoli, depresyon, yas, kaygı, can sıkıntısı gibi hallerle karşımıza çıkmaktadırlar. Ki keza Kierkegaard bu durumu şu müthiş sözlerle ifade etmiştir : “Depresyonum bildiğim en sadık ev sahibimdir ve yas benim kalemimdir”.
BÖLÜM 2
Evlenmeliyiz!
Ya/Ya Da’nın en etkileyici ve bazen de biraz sıkıcı olan bölümüne geliyoruz: B’nin, yani Yargıç William’ın mektuplarına. Daha geniş bir deyişle, etik kişiliğe ve etik kişiliğin evliliğe dair güzellemelerine. Bu noktada evlenmeliyiz! Diyoruz. Peki neden?
Her şeyden önce
Yargıç William’da, yani etik kişilikte evlilik etik-dini bir çerçevede ele alınmıştır. Etik kişiliğe göre evlilik öncesi aşk, ahlaki ve dini açıdan zayıftır, evlilikteki aşk ise bu iki temel üzerine kurulur ve daha da önemlisi teslimiyeti barındırır. A, yani estet kişiliğin teslimiyete, bağlılığa karşı olduğunu dile getirmiştik. Etik kişilik bu tür özgürce, tutku odaklı estet yaşamın “umutsuzluğun” pençesinde can çekişeceğini dile getirir. Ona göre tutkuların tatmin edilip yeni tutkuların aranması döngüsü beyhudeliği beraberinde getirir.
B’ye göre bir evlilik ilişkisi içerisinde olmak “bir insana verilebilecek en güzel görevdir” ve hatta evlilik ne erotizmi ne de aşkı öldürür. Etik yaşamda, etik birey, aşkın erotik çekiciliğiyle başlar ve zamanla onu korumayı taahhüt eder. Yani etik aşamada aşk, kabuk değiştirir hatta evlilik içerisinde büyüyüp güzelleşme olanağına dahi sahip olur. Tanrı’nın ve toplumun önünde ilan edilen evlilik, iki aşığın erotik, romantik ilişkisini toplumsal ve ruhsal bir bağlama yerleştirir. Aynı zamanda evlilik bir taahhüt haline gelir, hatta zamanla erotik aşkı koruma ve etik ilişkinin gücüyle zamanı fethetme mücadelesine dönüşür.
Evliliğe dair olumlu bakış açısının en kritik noktası; ortak bilinç üzerinedir. Evlilik, evlenen kişilere ortak bir bilinç kazandırır. Bu paylaşılan bilinçte “her duygu, her ruh hali daha yüksek bir anlam kazanır”. İlk aşktaki keşfetme tutkusu, doğal olarak evlilikte sona erer. Ancak bu tutku, anlama tutkusuna dönüşür. Bu anlama, arzuların, düşüncelerin, seçimlerin, olayların kısacası o kişinin yaşamına dair tüm unsurların idrak edilmesine dair bir tutkuyu barındırır. Bir başka deyişle ilk aşktaki erotik, romantik ya da keşfetme tutkusu; evlilikte anlama-anlaşılma tutkusuna dönüşmektedir. Bu süreçte de bir uyumlu çift, kolektif bir bilinç oluşturur. Neticede ortak güç ve ortak zevkler için bir zemin hazırlanır. Bu da “sonsuza dek mutlu yaşadılar” cümlesinin ardından doğan, birlikte yaratılmış ve birlikte yaşanılan bir dünyadır. Kierkegaard’un da ortak evlilik bilincinden kastı da budur: insan bilincinin tek, biricik ve aşılamaz değil, etkileşimli ve paylaşıma müsait oluşudur.
Kolektif bilincin oluşmasındaki en önemli etkenlerden biri, açıklık ve paylaşımdır. Estet kişiliğin gizlilik, gizemlilikten hoşnutluk duyduğunu dile getirdik. Etik anlayışta ise gizlilik yoktur. Yargıç William, kişinin paylaşmadığı sırları ya da gizleri varsa onunla asla evlenilmemesi gerektiğini söyler. Müşterek, manevi bir birliktelik kurmanın yolu dürüstlükten, açıklıktan, anlayıştan geçmektedir.
Zamanın akışı ve bu akış içerisinde çiftlerin birlikte vakit geçirmesi, bu tür bir müşterekliğin zeminini oluşturur. Aslında zaman içindeki birliktelik, bir tür tekrarlamadır; kişi dairesel bir çemberin içerisinde girer. Estet kişiliğin deyişiyle, romantik, erotik ve tutkulu olanı öldürür. İlk aşktaki o orijinal hisler yeniden elde edilemez. Fakat burada önemli olan bunun yerine neyin inşa edildiğidir. Romantik, erotik o ilk aşkın anıları devam etmez, ancak hafızada durur. Hafızada saklı kalmaktan öte, zaman geçtikçe artar.
Peki İnsanlar Neden Evlenir?
William’a yani etik kişiliğe göre bir insan evliliğin tüm nedenlerini hesap ettikten sonra evlenmeye karar verdiyse, o zaman tamamen yanlış nedenden dolayı evlenmektedir. “Ne kadar az neden, o kadar aşk.” Der. Ve her ne sebeple evlenilirse evlenilsin, gerçek neden “karşıtların birliği içerisinde bir uyuma sahip olma isteğidir.”
En nihayetinde Kierkegaard’un etik kişiliğin görüşlerine yatkın olduğunu, yani evliliğe sıcak baktığını söylememiz gerekir. Hatta şöyle yazmıştır; “Kişinin, ömür boyu bekar olarak kalması iyi olmasa da bir süre bekar kalması da yararlıdır.” Nitekim aksi durumda, estet yaşam tarzında bedensel zevkler tekrar eder. Belirli bir süreden sonra insan bu durumlardan bıkar. Bu bıkkınlık, umutsuzluğa dönüşür. Kierkegaard’a göre umutsuzluk, ölümcül bir hastalıktır. Kişi, umutsuzluktan kurtulabilmek için daha üst bir seviyeye yani ahlaksal olana ulaşmalıdır. Ahlaksal olana ulaşan bireyler ise bu durumu evlilik kurumu ile taçlandırırlar.
Gelelim neticeye, aslında Kierkegaard Ya/yada adlı eserinde kesin bir sonuca ulaşmaz. Evlenmeliyiz, ya da evlenmemeliyiz demez. Hatta benim de en sevdiğim bir paragrafta şöyle der:
Fakat yine de söylememiz gerekir ki B’nin, yani evlenme taraftarı olan etik karakterin söylemleri hangi tarafın ağır bastığını belli eder. Bu da evlilik tarafıdır. Haz, coşku, tutku odaklı estet yaşamın sonucu depresyon, mutsuzluk ve umutsuzluktur. Yaşam, daha doğrusu sağlıklı bir yaşam; bireyden daha fazlasını talep etmektedir. O halde, aramızda bir yerde estet kişilik varsa Korku ve Titreme ile bir sıçrayış daha yapmalı: Estet olanı aşıp, etik olana ulaşmalı.
Elde edilecek sonuç daha manidar olacaktır. Nitekim Seneca’nın deyişiyle:
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Necip Uyanık, “Kierkegaard’ın Baştan Çıkarıcının Günlüğü’nde Tensel Aşkın Analizi”
Barış MUTLU, “Kierkegaard’da ‘Estetik’in Yeri ve Sınırları”
Chris Kalaitzidis, God is the Middle Term: Kierkegaard’s View on Erotic Love
Kay Young, “Kıerkegaard’s Claım Of Mutualıty And Its Problem Of Representatıon”
Prabhu Venkataraman, “The Nature Of Marrıage In The Ethıcal Standpoınt Of Kıerkegaard’s Eıther/Or And Connectıons To Fıcht”
Abdullah Durakoğlu, Kierkegaard’ta İnsan Ve Varoluş Problemi, Yüksek Lisans Tezi
Kaan TUNCA, “Sören Kierkegaard Ve Arthur Schopenhauer’a Göre İnsanlar Neden Evlenir? “