Hain Bir Arkadaş, Nankör Bir Eş, Muhteşem Bir Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Dünya edebiyat tarihine damgasını vurmuş bu isme ve yahut onun birçok aforizmasına neredeyse hepimiz aşinayız. Oysa onun biyografisi ile ilginç detaylarla çok azımız karşılaşırız. Nitekim muhtelif biyografik metinlerde onun özel hayatına dair bilgiler oldukça kısıtlı verilmiştir.
Elbette yazarın geçmişi, onun eserlerinin değerini alçaltmak için bir unsur olamaz. Halbuki müellifin yaşam öyküsünün, eserlerinin olay örgüsü üzerinde büyük bir etkisi bulunmaktadır. Bu çalışmada Dostoyevski’nin bilinen biyografisinden çok; onun eserlerine riayet eden ve kendi yaşam öyküsünde karşılaştığımız menfi hakikatleri ele alacağız.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin çocukluk dönemi, bir sinir hastalığından mustarip olan babasının baskısı altında şekillenmişti. Sert bir müdüre benzeyen babasının huzursuz edici baskısı, yazarın karakterinin oluşmasında büyük tesirler yaratmıştı. Baba Dostoyevski, melankoli içerisinde mutsuzluklarla boğuşan oldukça şüpheci bir adamdı. Çocukları üzerinde her daim disiplini sağlamayı bir takıntı haline getirmişti. Hatta Genç Dostoyevski babasından aldığı Latince dersleri sırasında hazırolda beklemek zorunda kalıyordu. Üstüne üstlük okul yıllarında akranları tarafından sürekli hakaretlere ve tacizlere uğruyordu. Bu koşullar, Dostoyevski’nin hayatı boyunca içe kapanıklığının ve iletişim korkusunun sebebi olmuştu. Son derece gelişmiş bir suçluluk duygusu yaşayan yazar, azarlanma korkusu sebebiyle duygularını açmakta zorluklar yaşamaktaydı. Çocukluğu masumane duygular ile sert bir disiplinin getirdiği çatışmalarla geçmişti. İlerleyen yıllarda kardeşi Andrey’in anlattığına göre Fyodor, tarlada çalışan ve çocuğuna su içirmek isteyen bir anneye su getirmek için iki kilometre koşarak köye gitmişti.
Onun eğitim ve meslek detaylarından bahsetmeden doğrudan meseleye değineceğiz. Petraşevskiy toplantılarının bir üyesi olan Dostoyevski, 1849 yılında İmparatorluğa karşı komploya karışmak iddiası ile tutuklandı ve on beş arkadaşı ile birlikte idama mahkum edildi. Ancak infazın gerçekleşmesine günler kala, çarın merhameti sebebiyle, idam cezası yerine dört yıllık bir kürek cezasına mahkûm kılındı. Akabinde Sibirya’nın ücra bir köşesindeki Omsk kentindeki katorga kampına gönderildi. Burada 4 yıl ağır koşullarda çalıştıktan sonra cezasının kalan kısmını tamamlamak için Semipalatinsk’deki Rus ordugahına aktarıldı. Bu yarı kent, yarı köy olan yerleşim yerinde askerlik görevini yapmakla mükellef olan yazar, İsayev adındaki bir gümrük memuru ile dost oldu. İsayev, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında portresini çizdiği o iflah olmaz sevimli Rus ayyaşı Marmeladov adlı kahramanın esin kaynağı idi. Dostoyevski kardeşine yazdığı bir mektupta İsayev’in “bütün pisliğine karşın son derece soylu biri” olduğunu yazdı.
Dostoyevski ile İsayev’in dostluğunu ileri boyuta taşıyan unsurlardan biri, İsayev’in karısı ve Dostoyevski’nin ilk büyük aşkı olacak olan Marya Dimitriyevna idi. Yazar, Marya’ya olan “acıma ve yakınlık duygusunun etkisiyle ve gençliğinin bütün ateşiyle sırılsıklam aşık oldu”; zamanla bütün vaktini İsayev-Marya çiftinin evinde geçirmeye başladı. Dostoyevski’nin yüreği yavaş yavaş Marya’ya sahip olmak için yanıp tutuşmaya başlamıştı. Zaman geçtikçe Marya’nın da Dostoyevski’ye karşı hisleri belirginleşmişti. Oysa yakınlaşmaların başladığı sırada İsayev başka bir kasabada iş teklifi almıştı. Dostoyevski’nin ilk büyük aşkı daha başlamadan bitmiş gibi görünüyordu. Taşınma zamanı geldiği gün Dostoyevski ve yakın arkadaşı Wrangel, İsayev’i içki içmeye davet etti. İsayev’i sarhoş olup uyuyakalana dek içirdiler. Plan başarılı olunca Dostoyevski doğrudan Marya Dimitriyevna’nın yanına gitti. Bu durum iki aşığa son kez yalnız kalma olanağı sağlamıştı. Oysa İsayev olan bitenden tamamıyla habersiz bir şekilde uyumaktaydı.
Ayrılığın ardından iki aşık arasındaki ilişki daha ıstırap dolu bir hal aldı. Marya, İsayev’den habersiz bir şekilde Dostoyevski ile mektuplaşmaktaydı. Hasret duygusuyla yanıp tutuşan Dostoyevski, yine eski dostu Wrangel aracılığıyla bir buluşma ayarlamıştı. Oysa buluşma yerinde Marya’nın yerine bir mektup bulmuşlardı. Marya eşi İsayev’in hastalığından dolayı gelemediğini bildiriyordu. Nitekim kısa bir süre sonra, Ağustos 1855 yılında İsayev öldü. Dostoyevski için beklenen fırsat gelmiş gibi görünüyordu, artık Marya ile evlenmesinde bir sakınca yoktu. Fakat ortada çok büyük bir sorun vardı; Marya, İsayev ile yeni taşındıkları kasabada bir başka erkek ile yakınlaşmıştı. Dostoyevski ilk aşkının ihanetine uğramaktan şüpheleniyordu.
Ruhu mihnet ve keder içerisinde kalan Dostoyevski, derhal Marya’nın yanına gitmeye karar verdi. Wrangel’e olan mektubunda şöyle yazmıştı: “Hapse tıkılmaya razıyım, yeter ki onu görebileyim. Durum ciddi. Bu konuyu konuşmalı ve bitirmeliyiz!”
Dostoyevski 1855 yazında Marya ile buluştuğunda, onun gönlünde bir başka erkeğin olduğunu öğrendi. Ancak bu durum, Marya’ya olan hayranlığının azalmasına neden değildi. “Ağladı, ellerimi öptü ama bir başkasını seviyordu.” Yazdı Wrangel’e. Daha sonra bu olayları İnsancıklar’ında yazacaktı. Sevdiği kadının bir başkasına delice aşık olması karşısında kendisini çaresizce boyun eğen biri olarak tanımlayacaktı. Oysa gerçek yaşantısında savaşmadan pes etmeye niyeti yoktu. Bir sene sonra Wrangel’e yazdığı bir başka mektupta şöyle dedi: “Beni kınama. Pek çok bakımdan onunla ilişkimde hiç de akılcı bir şekilde hareket etmediğimi, benim için neredeyse hiçbir umut olmadığını biliyorum. Ama umut olsa da, olmasa da fark etmez. Ben başka bir şey düşünemiyorum! Onu görmekten, onun sesini duymaktan başka! Ben zavallı bir deliyim; böylesi bir aşk hastalıktır. Bunun farkındayım!”. Lakin hummalı aşk sancıları içerisinde kıvranan yazar, gayesinde başarılı oldu. Marya Dimitriyevna’yı evlenmeye ikna etti. Dostoyevski aynı zamanda Marya’nın üç oğlunu da koşulsuz şartsız kabul ediyordu.
Aşkına karşılık bulan maşuk, ruhunda iç gıcıklayan bir mutlulukla günlerini eşiyle geçirmeye başlamıştı. Oysa çok geçmeden bu aşkın yükümlülükleri ağır gelmeye başladı. 1858 yılları dolaylarında Dostoyevski’nin zihninde Dimitriyevna ile birlikte yaşama yükünden kurtulma isteği baş göstermişti. Zamanla mektuplarında karısından hiç söz etmez oldu. Wrangel’e mektuplarında artık sadece “ailenin yükümlülüğünü sırtına aldığından ve bunu taşıyıp durduğundan” bahsediyordu. Dahası, bir zamanlar Marya’nın sevgisini arzulayan ve bu yüzden hastalıklı bir aşka düşen yüreğin, 1862-63 yıllarında bir başka kadın için yeniden alevlenmiş olmasıydı. Yazar, henüz yirmi üç yaşındaki Apollinaria Suslova ile ilk defa Paris’te karşılaştı ve burada ona aşık oldu. Oysa Suslova özgürlüğüne fazlasıyla düşkün olan bir Rus feminist yazardı. Dostoyevski-Suslova arasında bir ilişki başlasa da, Dostoyevski eşinden ayrılmak istemediği için ayrılık kaçınılmaz hale geldi. Dostoyevski Petersburg’a, ailesinin yanına geri dönmek zorunda kaldı; tabi yüreğindeki Suslova aşkıyla…
Dostoyevski Petersburg’da iken Suslova ile mektuplaşmayı sürdürdü. İkili, 1863 Ağustos’unda Paris’te yeniden bir araya geldi. Oysa Suslova, daha birkaç gün evvel İspanyol Salvador’un kollarının arasında bulmuştu kendisini. Günlüğüne Dostoyevski hakkında şöyle yazdı: “Çok geç kaldın. Ne sen beni ne de ben kendimi tanımışım. Gönlümü başkasına kaptırdım. Hoşça kal, canım!” Günlükteki bu anekdottan önce Suslova, Dostoyevski’yi karşılamaya gitmişti. Bu görüşmede Dostoyevski bir gariplik olduğunu sezmiş ve ısrarla Suslova’yı konuşturmaya çalışmıştı. Suslova “keşke hiç gelmeseydin” diye başladı cümleye. Dostoyevski ise bir an evvel ne olduğunu konuşmak için uygun bir yer aradı. İkisi arabaya binip Dostoyevski’nin oteline gittiler. Suslova günlüğüne “yol boyunca elimi hiç bırakmadı, ara sıra sıkıyor, birtakım kasılmalı hareketler yapıyordu” diye yazdı. Otel odasına vardıklarında ise Dostoyevski Suslova’nın ayaklarına kapandı. Kollarını bacaklarına dolayıp sıkı sıkı sarılarak hıçkırdı; hıçkırıklarının arasında bağırıyordu: “Seni kaybettim, bunu biliyordum!”. Daha sonra biraz sakinleşince Suslova’nın sevgilisinin kim olduğunu sordu. “Belki de yakışıklı, genç, dilbaz biri. Ama hiçbir zaman benim yüreğim gibi bir yürek bulamayacaksın onda!” dedi. Sonunda ikili bir kız kardeş ile erkek kardeş gibi yaşayarak yolculuklarına devam etme kararı aldı. Dostoyevski, Suslova ile İtalya’nın sokaklarında dolaşırken, eşi ve üvey oğulları Petersburg’un kasvetli havasında yoksulluk ile boğuşmakta; kardeşi Mihail Dostoyevski, biricik kızı Varya’nın ölümüyle sarsılmakta idi.
KAYNAK: Joseph Frank, Dostoyevski; Çağının Bir Yazarı, Çev. Ülker İnce, İstanbul, 2016.