Promili Yüksek Bir Film: Another Round - NovaSofya

Promili Yüksek Bir Film: Another Round

Yönetmen, yapımcı, aktör, senarist ve aynı zamanda Lars Von Trier ile birlikte “Dogma 95” akımının kurucularından olan Danimarkalı Thomas Vinterberg; özellikle 1998 yapımı Festen (Şölen) ve 2012 yapımı Jagten (Onur Savaşı) ile isminden çokça söz ettirmişti. Başarılı yönetmen Vinterberg’i Jagten filminde de birlikte çalıştığı Danimarkalı ünlü aktör Mads Mikkelsen ile tekrardan bir araya getiren 2020 yapımı Another Round (orijinal adı ile ‘Druk’, Türkçeye çevrimi ile ‘Körkütük’) eleştirmenlerden tam not alarak başta Yabancı Dilde En iyi Film Oscar’ı olmak üzere birçok uluslararası ödülü kucakladı. Ayrıca filmin başrolündeki Mads Mikkelsen da oyunculuğu ile en iyi erkek başrol oyuncusu dalında birçok ödüle layık görüldü. Sarhoşluk ve gençlik coşkusunun Mikkelsen’den rol çaldığı, dram ve komedi unsurlarının ustalıkla harmanlandığı Another Round için 2020’ye damgasını vurdu demek yanlış olmaz.

!!!Yazının bundan sonrası Another Round(Druk) filmi ile ilgili keyif kaçıran detaylar(spoiler) içerebilir.

Filmde orta yaş bunalımı yaşayan dört öğretmenin alkol üzerine bir teoriyi test etme bahanesiyle gençlik rüyasının peşinden koşmaları konu ediliyor. Film, varoluşçuluğun öncülerinden sayılan Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard’dan bir alıntı ile açılıyor. Bu alıntının Türkçeye çevrimi ise şu şekilde:

“Gençlik nedir?

Bir rüya.

Aşk nedir?

Rüyada görülen şey.”

Film izlendikten sonra filmin bu alıntıyla kusursuz bir ahenk içinde olduğu fark ediliyor. Başta Mads Mikkelsen’in hayat verdiği Martin karakteri olmak üzere başroldeki dört öğretmen de, “içmek” ekseninde gençlik rüyasını kovalıyor. Aslında filmdeki karakterlerin içinde bulunduğu durumu “orta yaş bunalımı” diyerek geçiştirmemek gerek. Hayallerin renkli, yolların uzun, seçeneklerin sonsuz, ihtimallerin sınırsız olduğu gençlik yılları insana yıldızlardan daha uzak gözüktüğünde, sorumluluklar ve rutinin o öldürücü ipleri insanın ayağına dolanmaya başladığında ve zaman kavramıyla çaresiz bir hesaplaşmaya girildiğinde yaşanacak buhran, geçiştirilmemesi gereken bir şiddette olabilir. Ne aşk gençlikteki kadar heyecanlıdır ne arkadaşlıklar gençlikteki gibi güçlü ne de yeni bir güne uyanmak gençlikteki kadar iştah kabartıcıdır. Evlilikler ve aile hayatı mutsuzlaşır; iş hayatı monotonlaşır ve sıradanlaşır. Martin karakteri de gerek aile hayatı gerek iş hayatı gerekse sosyal hayatı ile tam olarak bu mutsuzluk ve tekdüzelik çemberinin ortasında bulunmaktadır.

Martin karakteri filmde ilk olarak öğretmenler odasındaki bir toplantıda, daha sonra ise sınıfta ders anlatırken karşımıza çıkar. Karakteri tanımaya başladığımız sahne, sınıfta bıkkın bir biçimde ders anlattığı sahnedir. Martin masasında oturmuş son derece hevessiz ve dikkatsiz bir biçimde öğrencilerine Tarih anlatırken, kadraj öğrencilere çevrilince herkesin öğrencilik yıllarından aşina olduğu bir atmosferin sınıfa hakim olduğu görülür. Kimse Martin’i dinlemiyordur, Martin’in bıkkınlığı ve isteksizliği öğrencilere bir ayna misali yansımıştır. Sınıftaki herkes sıkılmıştır ve kimse derse odaklı değildir. Hatta öğrencilerden birini Martin’in dersin işlenişi ile ilgili bir yanlışını ortaya çıkarıp dile getirirken görürüz. Daha sonra velilerin ve öğrencilerin Martin’in bir öğretmen olarak derse olan ilgisizliğine tepki koyması ile filmin kırılma noktalarından biri gerçekleşmiş olur. Martin’in başına bir öğretmenin başına gelebilecek en kötü durumlardan biri gelmiştir, itibarı sarsılmış ve kendine olan güveni kırılmıştır. Ama Martin kendi içinde okulda yaşadığı durumun çok daha ötesinde sorunlar yaşamaktadır. Hayata karşı korkunç bir isteksizlik hissetmektedir. Zaten okulda ortaya çıkan durum da bu isteksizliğin bir ürünüdür.

Filmin ikinci kırılma noktası, Martin’in okuldan arkadaşı Nikolaj’ın doğum gününe gittiği akşam gerçekleşir. Dört öğretmen Nikolaj’ın 40. yaşını kutlamak için şık bir restorana yemeğe gitmişlerdir. Nikolaj, felsefe öğretmenidir. Tommy, beden eğitimi öğretmenidir. Peter ise müzik öğretmenidir. Bu yemek esnasında Nikolaj, diğerlerine, filmin çıkış noktasını oluşturacak olan bir teoriden bahseder:

“Şu Norveçli filozof ve psikiyatr var ya hani, Finn Skarderud. O da içmenin akıllıca olduğunu düşünüyor. İnsanların kanlarındaki alkol seviyesinin gerekenden %0,05 düşük olduğunu iddia ediyor. Bir ya da iki kadeh şarap ile o seviyeyi yakalayabilirsin. Sürekli içmelisin. Diyor ki, %0,05 alkol seviyesine sahipsen daha rahat, kendinden daha emin hâle gelir ve daha ahenkli daha açık olursun. Genel olarak daha cesur!”

Bu teorinin çıkış noktası; Norveçli psikiyatrist, psikoterapist, yazar ve profesör Finn Skarderud’un alkol ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi incelediği sözleridir. Jack Kerouac, Ernest Hemingway, Richard Brautiga, Charles Bukowski, Marguerite Duras, Raymond Carver, Frederick Exley gibi birçok başarılı yazarın veya başka sanat dallarındaki usta sanatçıların alkolizm seviyesine dayanan derecede fazla alkol tükettiği ve genellikle sanat eserlerini üretme aşamasında içtikleri bilindiği için yaratıcılık ve alkol arasındaki ilişki geçmişten günümüze bir tartışma konusu olmuştur. Fakat filme de konusunu veren Skarderud’un alkol teorisinin aslında bir teori olmadığı ortaya çıktı.

“Psikiyatristin kendisi Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Skarderud’un İtalyan yazar Edmondo de Amicis tarafından ‘The Psychological Effects of Wine’ın Norveççe çevirisi için yazdığı önsözün ‘seçici bir okumasından’ gelen ‘sahte haber’ olduğunu söyledi.

Norveç kamu radyosu NRK’ye verdiği demeçte, ‘İlk sayfada, bir veya iki bardaktan sonra, evet, hayat oldukça güzel, belki de yüzde 0,05’lik bir açıkla doğduğumuzu düşünüyoruz’ diye yazdım.

Ancak ‘aşağıdaki paragrafta bu teoriyi tamamen reddediyorum’ diye vurguladı.” (France 24, 2021)

Norveçli Psikiyatrist Finn Skarderud

Tekrardan filme dönelim. Sakin başlayan yemek, bu teoriyle birlikte Martin’in okulda yaşadığı durumun konusu da açılınca farklı bir istikamete evrilir. Bu konunun açılmasına ve arkadaşlarının onun mesleğinde geldiği noktayı, hevessizliğini eleştirmesine kederlenen Martin; öncesinde araba süreceği için içmeyi reddettiği içkiyi arkadaşlarının ısrarı ile kafaya diker. İçtikçe de içini dökmeye başlar. Gözleri dolu dolu ve kelimeler boğazına düğümlü bir şekilde arkadaşlarıyla dertlerini paylaşır. Bunu yaparken uzun cümleler kurmaz, çok kısa ve üstü kapalı bir biçimde hissettiği her şeyi seyirciye de masadaki arkadaşlarına da geçirir. Mads Mikkelsen bu sahnede devleşir. Çünkü o sahneye kadar Martin’e mesafeli olan ve onun bunalımını tam olarak içselleştiremeyen seyirci bu sahnede Mikkelsen’in oyunculuğunun da etkisiyle Martin’e karşı bir anda empati ve şefkat duymaya başlar. Bu katarsis anından sonra, içkinin de etkisiyle ortamın soğukluğu yavaş yavaş kırılır ve eğlenceli bir hava oluşur. Gecenin sonunda körkütük sarhoş olan dört arkadaş uzun zamandır hiç eğlenmedikleri kadar eğlenirler. Martin ise, uzun zamandır hissetmediği bir heyecan ve coşku hissetmiştir o gece.

Martin, Nikolaj’ın doğum gününden sonraki gün derse girmeden önce içki içer. Nikolaj’ın bahsettiği teoriden ve önceki günkü coşkularından etkilenmiştir. Bu coşkuyu ve motivasyonu derslerdeki performansına da yönlendirebilmek ister. Ders çıkışı arkadaşları onun alkollü olduğunu fark ederler ve bir evde toplanırlar. Skarderud’un teorisinin konusu tekrar açılır. Dört arkadaş, bu teoriyi test etmeye ve bu konuyla alakalı bir araştırma makalesi yazmaya karar verirler. Kanlarındaki alkol seviyesini %0,05’in üzerinde tutacaklar ve bunun ev, iş ve sosyal hayatlarına olan etkisini gözlemleyeceklerdir. Bu bahaneyle de monotonlaşmış hayatlarına renk katacaklardır. Giriştikleri bu gizli deney, dördünün hayatını da tahmin edemeyecekleri kadar etkileyecektir.

İçme deneyine başladıktan sonra ilk etapta hepsinin hem iş hayatları hem sosyal hayatları gözle görülür bir fark ile iyiye gidiyor. Bunu en net gözlemlediğimiz karakter ise tabii ki ana karakter Martin oluyor. Martin’in filmin başındaki ders anlatışı ile okulda içmeye başladıktan sonraki ders anlatışı arasında dağlar kadar fark var. Öğrencilerle olan ilişkisi güzelleşiyor, derslere heyecan katıyor, gözleri ışıl ışıl bir şekilde farklı öğretim teknikleri uyguluyor, öğrencilerin onun dersinden keyif aldığını hissetmeye başlıyor ve en önemlisi kendisi de ders anlatmaktan zevk almaya başlıyor… Bu noktada hikâye dramdan komediye doğru yumuşak bir viraj alıyor. Öğretmenlerin okuldaki hafif sarhoş hallerini izlemek, ya da iş dışında bir araya geldiklerindeki körkütük hallerini izlemek ve hayatlarındaki değişimi takip etmek seyirciyi gülümsetmeyi başarıyor.

Alkol, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların ekseninde film çekildiğinde mevzu genellikle dikenlidir. En ufak bir hatada filmin “Alkole/uyuşturucuya özendiriyor!” damgası yemesi kaçınılmazdır. Eğer ki alkol ya da uyuşturucu fazla kötülenirse ve bu alışkanlıkların insanların hayatındaki kötü etkisi fazla ön plana çıkarılırsa da “Kamu spotu gibi film!” damgası yer. Bu duruma örnek olarak birbirine yakın zamanlarda çekilen ve her ikisi de oldukça ses getiren Trainspotting ve Requiem for a Dream’i örnek verebiliriz. Aslında temalarının uyuşturucu olması dışında pek bir ortak noktaları olmayan bu iki film, genellikle kıyaslanırlar ve rekabete sokulurlar. Requiem for a Dream, uyuşturucunun korkunç yüzünü çok sert bir biçimde aktardığı için ve temel düzeneğini bu sertlik üzerine kurduğu için kimileri bu filmi bir “kamu spotu” bayağılığında bulur. Trainspotting ise geçmişten bu yana sık sık uyuşturucu kullanımını güzellediği ve uyuşturucuya özendirdiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Another Round, arka fonunda alkol olmasına rağmen her iki damgayı yemekten de kendini kurtarmış. Film, birkaç kere içkinin güzellikleri ve kötülükleri arasında direksiyon kırıyor. Tam işin güzelleme boyutuna vardığı düşünüldüğü an hikâyenin gidişatı değişiyor ve alkol, kötülüklerin anasına dönüşüyor. Tam “içkiyi şeytanlaştırmaya da gerek yok” diyecekken finale doğru iyi ve kötü yanlar arasındaki denge tamamen sağlanmış oluyor. Zaten Another Round’un temeldeki derdi alkolle değil. Alkol, filmde gençlik rüyasının bir tezahürü olarak kendine yer buluyor.

Dörtlü, içkinin dozunu fazla kaçırıp kendilerini artık kontrol edemediklerini fark ettiklerinde deneyin seyri değişir. Artık bir ‘alkol deneyi’nin değil, ‘alkolizm’in içindedirler. Bu durum ilişkilerini, mesleklerini, sosyal hayatlarını olumsuz etkilemeye başlamıştır. Hayatın tadına yıllar sonra tekrar vardıklarını düşünürlerken düzenlerinin sarsılmaya başlaması ile paniklerler. Bu noktada hikâye dram ağırlıklı bir yöne doğru ilerler. Özellikle Martin’in eşi Anika’nın Martin’i tamamen terk etmesi ve Tommy’nin ölümü ile dram unsurları filme tamamen hakim olmaya başlar.

Öğrencilerin mezuniyet günü; Martin, Nikolaj ve Peter bir restoranda yemek yemeye karar vererek masaya bir kişi eksik olarak otururlar. Tommy’nin ölümü üçünü de sarsmıştır. Tam Tommy’nin de yapacağı gibi, içmeye başlarlar ve kadehlerini onun şerefine kaldırırlar. Bu sahneyle eş zamanlı olarak Anika, öncesinde ayrılık konusunda oldukça ısrarcı olmasına rağmen ve Martin’in barışma isteğini kesin bir biçimde reddetmiş olmasına rağmen o gün Martin’e mesaj atarak onunla barışmak istediğinin sinyallerini verir. Bu sahnede seyirci de Martin ile birlikte rahat bir nefes alır. Martin’in masanın altından telefona baktıktan ve mesajı gördükten sonraki huzur ve hevesle karışık tebessümü, arkadaşlarının yanında pek bir şey belli etmek istememesine karşın tüm yüz kaslarına yayılan sıcaklıkla seyirciye başarılı bir biçimde aktarılır. Bu sahnede de Mads Mikkelsen’in oyunculuğuyla devleştiğini görürüz. Tüm bunlar olurken dışarda öğrencilerin mezuniyet kutlaması olduğunu fark ederler. İçki içip çılgınca dans eden mezun gençlerin arasına karışırlar. Ve böylece filmin hem en meşhur hem de en eğlenceli sahnesinin çanları çalınır. Scarlet Pleasure’un ‘What a Life’ şarkısı eşliğinde tüm dertler unutularak dans etmeye ve tabii ki de içmeye başlanır.

What a life şarkısı eşliğinde dans edildiği unutulmaz final sahnesine ayrıca değinmekte fayda var. Bu sahnede Kierkegaard’ın nispeten karamsar sözüyle açılan film kendi içinde bir devrim yaratıyor sanki. Evet, gençlik biter. İnsanlar yaşlanır. İlişkiler monotonlaşır. Aşklar söner. Evlilikler biter. Arkadaşlar gider. Hayat sıradanlaşır. Coşku, heves, heyecan ve renkler insanı zamanla ya da zaman zaman terk eder. Fakat hayat her şeye rağmen güzeldir. Bu sahnede içimize işleyen ‘hayat güzeldir’ mesajı, ucuz bir kişisel gelişim kitabı bayağılığında veya ikinci sınıf bir romantik komedi filmi yüzeyselliğinde değildir elbette. Bu sahnedeki yaşam sevinci, (yaşamı sevmeye geri dönüş olarak da nitelendirebiliriz) klişelerden arınmış bir biçimde karşımıza çıkar. Çünkü buradaki yaşam sevinci, hem ölümü hem yaşlılığı hem de tükenmişliği kucaklayan ve tüm güzelliklerin zıt hâlleriyle var olduğu bir bütünselliktedir. Martin, tutkuyla dans ettikten sonra bir anda bir banka oturur, denize bakar, Tommy’i hatırlar ve hüzünlenir. Bu kısa süreli keder anından sonra banktan kalkar ve daha yüksek bir coşkuyla dans etmeye devam eder. Bu küçük sahnede yukarıda bahsettiğim tüm durumlar seyirciye bir çırpıda aktarılır.

Another Round’un gerek oyunculuklar gerek hikâyenin işlenişi gerekse duyguların seyirciye aktarımı bakımından son derece başarılı olduğunu söylemek mümkün. Filmdeki mekânlardan birinin gençlerle dolu bir okul olması ise filmin hikâyesine stratejik anlamda ciddi bir katkı sağlıyor. Hayata karşı heyecanlarını yitirmiş orta yaşlı öğretmenler ile capcanlı gençlerin oluşturduğu kontrast, devreye “içmek” girince bambaşka bir atmosfere bürünüyor. Filmdeki karakterlerin dertleri, yaşayışları, aile hayatları ve bakış açıları bizim kültürümüze uzak olmasına karşın ‘gençliğe özlem duyma’ ve ‘orta yaş bunalımı’ gibi evrensel konular üzerinden herkese hitap edebilen bir sinema dili yakalanıyor.

Martin bir sahnede öğrencilerine şöyle diyor: “Dünya asla beklediğimiz gibi çıkmaz.”

Sırtımızı filme yaslayarak biz de şöyle diyelim: Ama yine de güzeldir!

Kaynakça

France 24. (2021, Nisan 26). France 24 : https://www.france24.com/en/live-news/20210426-no-we-re-not-born-with-alcohol-deficit-doc-behind-another-round adresinden alındı

Bir yanıt yazın