Dâhi Misiniz, Sıradan Mı? Schopenhauer Felsefesinde Seçkinlik ve Sıradanlık
Ünlü bir profesörü, alanında uzman bir doktoru ya da başarılı bir avukatı düşünelim. Ve yahut seviyeyi biraz daha aşağıya düşürüp, zengin bir iş adamını… Toplum tarafından belki de gereğinden fazla hürmet gören bu kimselere birer deha ya da seçkin diyebilir miyiz? Şüphesiz ki hayır. Peki profesör, alanında muhteşem eserler üretse, doktor tıbbi bir buluşla yüzbinlerce insanı yaşama döndürse, avukat yüzlerce mazlumu müdafaa etse bile mi? Evet, tüm bunlar olsa bile. Çünkü Schopenhauer’e göre bu kimseler, sadece yararlı insanlardır; oysa, belki de kendi öznel yaşantısını, nesnel olan adına feda etmeyi arzulayan fakat dört duvar arasına hapsolmuş postmodern bir Napolyon gibi gösterişten, şan, şöhret ve maddiyattan uzak bir şekilde aramızda yaşayandır deha. O halde, Schopenhauer felsefesinde deha kimdir ve nasıl tanımlanabilir?
İnsanların çoğu herke kadar açıkça farkında olmasalar bile, hayatlarını düşünceyle idare etmemeye kararlı gibidirler. Çünkü onlar için düşünme en zahmetli yüktür. Bu yüzden sadece gerektiği kadarıyla düşünürler. Tabiatları gereği yeme içme çiftleşme, para kazanma, şan-şöhret elde etme dışındaki herhangi bir konuda ciddi olamayacak biçimde yaratılmışlardır.
Fakat düşünme ve akıl, bizzat amaç haline gelmelidir. İnsanın, İçgüdülerinden ya da gerekliliklerden dolayı değil de bizzat kendisini nesnel bir tarzda meşgul edecek şekilde düşünmesi sıradışı bir durumdur. Sanat, şiir, felsefenin kökeni de tam da burada aranır, Aklın kullanımında…
Schopenhauer, aklın öznel amaçlara hizmet eden kullanımı doğal karşılar. Burada akıl iradeye hizmet eder. Bu bakımdan insanlar akla, hayvanlarla ortak olarak sahiptirler. Bizler, yeme içme keyif alma, herhangi bir iş yapma gibi durumlarda mecburi olark aklımızı kullanılırz. Bu noktada sıradan bir kimse, kendisinin ihtiyacı olabileceği ölçüde aklını kullanır. Onlar tek bir akla sahiplerdir, bu da öznel akıldır. İhtiyacından ötesindeki nesnel şeylere dair düşünmek için akıl yürütmeyi istemezler. Ancak ve ancak kendi şahıslarıyla ilgili olan şeylere dikkat kesilirler. Bu yüzden normal zamanlarda her biri ciddi görünüşlü hayvan olanlar, olsa olsa en kaba, en bayağı esprilerle eğlenirler. Kağıt oyunları, onlar için en müthiş eğlencedir. Birbirlerine verecek bir fikirleri olmadıkları için, birbirlerine kağıt alıp verirler. Arda kalan zamanlarında da iş adamlarıdır, işçilerdir, vs. Bu kimseler beşikten mezara kadar alım satımla maddiyatla uğraşırlar, hayatın getir götür işlerini yaparlar; zevkleri de bütünüyle bedenseldir, çünkü başkaları için duyarlılık beslemezler. Onlarla ancak iş meseleleri konuşulabilir, daha derin sohbetler için sığdırlar. Bunun tek sebebi, ancak öznel bir ilgiye güçlerinin yetebilmesidir. Schopenhauer’e göre Bu yüzden onlarla dostluk etmek bizi sıradanlaştırır, böyle yapmakla kendimizi ucuz ve bayağı hale getiririz. Deha kimdir? Sorusuna gelecek olursak, deha; ayaktakımından farklı olarak, aklını özgür ve sıradışı kullanma kabiliyetine sahip seçkin kişilerdir. Bilindiği gibi Schopenhauer felsefesi “istenç” üzerine kurulmuştur. İstencin emrinde olan ve bundan sıyrılamayan kişiler sürekli acı içerisinde kalırlar ve özgür olamazlar. Diğer deyişle bu kimseler istençlerinin kölesidirler. Oysa deha, kendi kişiliğinden, iradesinden ve daha doğru bi kavramla, istencinden soyunma gücünü bilir. Bilgi onlar için birincil şey, bütün hayatın hedefi ve gayesi halindedir. Daha da önemlisi, deha düşünmeden ve bilgi sahibi olmaktan çok derin bir algılama yetisine sahip olan kimsedir. Nesnelerin özünü, idesini görmeyi başarabilirler; bir diğer deyişle onlarda algısal bilgi, soyut bilginin üstündedir. Bu nokta, videonun başında neden bir profesörün, bir doktorun, avukatın ya da vb. kimselerin seçkin olarak addedilemeyeceğini gösterir. Zira zeka ya da çalışkanlık, çoğu zaman iyi bir idrak anlamına gelmez. Gündelik, pratik sorunları çözmede, somut şeyleri kavramadaki başarı da nispeten sıradan bir başarıdır.
Schopenhauer’e göre deha, çift akla sahiptir, biri kendisi için, kendi iradesinin hizmetinde; diğeri nesnel bir tavırla dünya için. Dolayısıyla deha için kendi varoluşu, ikincil derecede önemli şeydir, bir araçtır. Amacı, nesnel olana ulaşmaktır. Bu yüzden günlük hayatın gereklilikleri dehanın mizacına aykırıdır, ancak ve ancak, böyle şeylere kendisini günlük hayatta yabancı hissetmemek için ihtiyaç duyar.
Dolayısıyla sıradan günlük hayatın gerekliliği için deha, sahip olunacak en son şeydir. Gündelik yaşantı bütün sıra dışı olanlara dezavantajlı olarak bakar. Bu yüzden deha, günlük hayatın işleri, dünya siyaseti gibi mevzular için gerekli olan vasıf ve niteliklerin zıttıdır. Çünkü aklı soylu bir mükemmelliyeti ve ince bir duyarlılığı barındırır. Bu mükemmelliyete ve duyarlılığa sahip olan, aklını doğru bir yargı gücü ve zekilik, kurnazlıkla bezeyen deha, eşsiz bir seviyededir. Eğer buna dik başlılık ve küstahlık da eklenirse, dünya tarihinde meşhur bir karakter dahi olabilir.
Schopenhauer deha ile sıradan insan arasındaki farkları belirtmeye çalışmıştır. Ona göre dahi kimseler, tarih boyunca belirli bir akım görüşlerin benimsenmesine açıktan ya da gizli bir şekilde muhalif olmuşlardır. Dahi, dünyayı saf, duru bir şekilde, sanki bir aynada nasıl yansıyacaksa öyle görme eğiliminde olmalıdır. Derin bir kavrayışın, detaycılığın yanı sıra, bir bütün olarak nesneleri kavramasıyla da önplana çıkar. Tikelde tümeli, yani evrensel olanı görmek dehanın ayırt edici temel özelliğidir.
Evet, sıradan insan gibi deha öncelikle kendisi için vardır. Bir benliğe sahiptir. Fakat öte yandan onun başkaları, insanlık ya da dünya ne dersek diyelim, bu konular üzerine yönelen ikinci bir önceliği vardır. Az önce bahsettiğimiz ikinci akıl, insanlığa hizmet eder. Bu ikinci aklı, özgün düşünceler üretmekle mükelleftir. Bununla birlikte sıradan insanların akıllarının erişebileceği küçük meseleleri, onlardan daha kolay, çabuk ve kolay bir şekilde kavrar. Ancak yine de deha, sıradan insanlara ihtiyaç duyacaktır. Yazarın deyişiyle, büyük kafalar küçüklere biraz düşkünlük gösterirler, çünkü büyüklükleri başkalarının küçüklüğü sayesinde görünür hale gelir, zira her şey izafidir.
Bu noktada bilge insan ile dehayı birbirine karıştırmamak gerekir. Schopenhauer’e göre bilge insan, pek çok şey öğrenmiş bir kimsedir, hayatta öğrendiklerini başkalarına öğreterek geçirirler, onların daha fazla meziyetleri yoktur. Deha da insanlara pek çok şey öğretir, fakat o, sahip olduğu birikimi kimseden öğrenmemiş, düşünce ve sezgi yoluyla elde etmiştir.
Sıradan insanlar ise genellikle tikel olanda yalnızca tikeli görür. Dünyayı kavrama şekilleri bu açıdan sığdır. Onlar dünyadaki şeyleri kavrar, dünyayı değil. Kendi eylemlerini ve acılarını kavrarlar, bu kavramların kendilerini değil. Ayrıca tefekküre nispeten zevki, hazzı seçmektedirler. Onlar, şampanyayı, bir boş vakte ya da özgürlüğe tercih ederler. Çünkü onlar için kendi öznelliklerine hizmet etmeyen her bir zihinsel çaba ya da etkinlik anlamsızdır. Dolayısıyla kendi benliklerinin esiri olmuşlardır. Fakat yine de Schopenhauer bu durumu çok olası karşılar. Zira nasıl ki insanların çoğu, fazlasına değil, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paraya sahiplerse, akıl için de aynı şey söz konusudur. Yani sadece kendi iradelerinin, öznel gerekliliklerinin hizmetini karşılayacak kadar, hangi işle uğraşıyorlarsa, onun icaplarını yerine getirecek kadar akla sahiptiler. İşini yerine getirdiklerinde, karınlarını doyurduklarında, ağızlarını açıp esnemeye başlarlar ya da bedeni hazların kucağına koşarlar. Schopenhauer’e göre diğer bir ihtimal de toplanıp, incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler üzerine çene çalmaktır.
Bu noktada düşünürümüz dozajı biraz arttırıp şöyle der: Eğer bir kimsenin canı eğlence ya da yalnızlıktan kaçışı arzu ediyorsa, ona köpeklerin yoldaşlığını tavsiye ederim. Çünkü çoğu kez köpeğimin ahmaklığından hayrete düşmüşümdür, insanlara dair de hemen hemen aynı şeyleri yaşadım. Sayısız defa yeteneksizlikleri, ayırt etme kabiliyetinden yoksunlukları, vahşilikleri nedeniyle öfkeden çıldıracak duruma geldim. Bu yüzden de “aptallık insan soyunun anası ve ebesidir” yakınmasına hak verdim.
Sıradan insanların özelliklerine devam edecek olursak, Schopenhauer, onların para ve şöhret için çalıştıklarını söyler. Oysa deha bunların peşinde koşmaz. O, hiçbir ödül, onama , takdir veya anlaşılma beklentisi olmaksızın eserlerini tamamlamaya odaklanır. Çünkü o gelecek kuşakları, ardından gelecek olan dünyayı düşünür. Dahi bir kişinin, faydalı olabileceği tek yer burasıdır. Kendisini insan ırkının hizmetine sunmalıdır; aksi takdirde önemi yoktur.
Ona göre Deha kasvetlidir, melankoliden zevk duyar. Dostoyevski’nin deyişiyle her acıda bir mutluluk kırıntısı bulur. Bu yüzden dâhiler çoğu kez kendi rahatına ve refahına dikkat etmez. Onlar kendi kaderine sadakatsiz hale gelmiş olan akıllardır. Oysa sıradan insanlar için refah ve rahat oldukça önemlidir. Onlar, keyiflerine kul köle olurlar. Kişisel refah ve rahatını, nesnel -evrensel- amaca feda ederler. Fakat onlara kızmaya gerek yoktur, nitekim ellerinden başka bir şey gelmez.
Deha, daima yeni şeyler yaratır. Onun eseri müzik, felsefe, resim ya da şiir olabilir. Bunların gündelik hayatta kullanımı ya da getirisi, evet sıfırdır. Ancak bu durum, dehanın soyluluğunun bir göstergesidir. Diğer bütün şeyler sadece hayatımızı idame ettirmek ya da rahata erdirmek için vardır. Oysa şiir, felsefe, müzik, sanat vb. unsurlar, kendi adına, kendi amacı için vardır; bu anlamda varoluşun net kazancıdır. Sonuç olarak Schopenhauer, klasik zeka ile ilişkilendirilen deha, dahilik kavramlarına çok daha kapsamlı ve derin bir açıklama getirir. Bir diğer deyişle, dehanın yalnızca üniversite amfilerinde, hastane polikliniklerinde, mahkeme salonlarında, ya da meclis kürsülerinde aranmaması gerektiğini bize göstermiştir.